Nefess Yoga’da Kasım temasının “Masal” olması vesilesi ile; masallardan hep uzak duran mizacımı dönüştüren ve beni, bana anlatmaya bir araç olan ‘Masal Oyunu’nda yazdıklarımı sizle paylaşmak istedim. Kartlarla oynanan bu oyunda, her bir karta dört dakika süre vererek bir hikaye yaratılıyor. Üzerine düşünmeye fırsat kalmadan, içimizdeki hayaller kağıda dökülüveriyor. İşte benden dökülenler :)

Kahraman kartı: Gezgin

Gezemeyen gezgin mi olur? Olurmuş. Ben duymadım görmedim ama anlattılar. Ninemler, halamlar, babamlar…
Bu gezginin masalı, hiç yerinden kıpırdamamış olan... Rivayet olur ki kimse onu bir adım öne atarken bile görmemiş. Upuzun bacakları, bir koca ayağı kıskandıran ayakları olsa bile, insanların getirip evine bıraktığı hediyelerden kendine yaptığı koltuktan, bir bıyık mesafesi bile ilerlememiş. Saçları o kadar yıllarca öyle bir uzamış, uzamış ki evine halı olmuş. Gözlerinin rengini kimse bilmezmiş, her daim bir duvar gibi kapalı olduğundan. Ama sesi, işte o billur sesi. Bu gezmeyen gezginin dillerinden dökülen dünya harikalarını dinleyen herkesi büyülermiş.

İkinci kart yaşadığı yer: Kar Tanesi

İşte bizim gezginin sırrını ninelerimiz bilirmiş. Yaşadığı yer gidip, koşup, yorulup kendini yollarda heba etmeye gerek olmayan bir yermiş. Bir kar tanesi üstüne kurulu olan kasabasında, dünyayı gezip gören kişiler değil, zaten her fırtınayla her buluttan buluta devri alem yapan kendi evleriymiş. Ama kasabadaki diğer herkes kendi kendileriyle o kadar meşgulmüş ki gözleri açık olsa bile dış dünyada neler olup bittiğine dair körmüşler. Bizim gezemeyen gezgin doğduğu andan itibaren bir terslik olduğunun farkındaymış. Dünya gerektiğinden fazla soğuk, etrafındaki hareket gerektiğinden fazla hızlıymış. O da bebek haliyle gözlerini hiç açmayıp hiç kıpırdamamaya karar vermiş.

Üçüncü kart: rutini resim yapmak

Buna rağmen daha konuşamazken, anasının önüne koyduğu nar taneleriyle yerlere resimler yapmaya başlamış. Ayakları oynamasa da elleri çalışmış, gözleri görmese de etrafında olup biten her şeyi tasvir eden çizimleri kasaba halkında dilden dile dolaşmış. Böylece anası babası erken yaşta bir çığ altında can verse de, kasaba halkı bu kutsanmış bebeği korumaya karar verip hergün nöbetleşe ona bakmaya gelmişler. Günbegün bebeğin çizimleri değişmeye başlamış, hiç bilinmedik diyarlardan gelen semboller, uzun kuyruklu aslan pençeli ejderhalar, şırıl şırıl çağlayan nehirler. Kasaba halkı bu hiç bilmedikleri nimetleri görebilmek için birbirleriyle yarışır olmuşlar.

Dördüncü kart: rutini bozan olay- doğal afet

Gel zaman git zaman gezemeyen gezgin bebek büyümüş, konuşur hale gelmiş. Artık onun çizdiği resimleri tek tek anlattırıp iyice keyfine varır olmuşlar. Sabah öğle akşam durmadan kapıya dadanan ziyaretçiler, sıcak iklimlerde yaşayan uzun boyunlu boynuzlu kahverengi hayvanları, uzayın derinliklerinde varolan sayısız yıldız takımını, ve hiç bilmedikleri yazarların kitaplarını ardı arkasına sorar olmuş.
Gezemeyen gezginimiz tüm bu ziyaretçilerden yorulup isyan ettiği ve göklere yakardığı bir gün, kapısının önüne kardan bir duvar örülüvermiş hemen. O saniyede çöken sessizliğin getirdiği huzur bir ömre bedelmiş. Oh diye düşünmüş gezgin, sonunda kendi kendimle kalabileceğim. Bir gün iki gün derken üç ay iki sene, kasaba halkı ne yaparsa yapsın kardan duvarı yıkamamış. Ve bizim gezemeyen gezgin çok sıkılmaya, hiç zevk almamaya başlamış. Her gün neredeyse ağlıyormuş ve çok mutsuzmuş.

Beşinci kart: çözümcü kişi: bilge farelerle karşılaşmış

Üçüncü senenin sonunda gezemeyen gezginin düşlerinde gitmeyi en çok sevdiği yer olan şumai gezegeninde karşısına üç bilge fare çıkmış. Fare dediysek uzayın derinliklerindeki gizemleri bilmeyen için bunlar iki dişli kemirgenlerden öteye gidemez. Oysa bu fareler arşa değen başları yere inen kuyrukları ile herşeye hakimmişler. Bizim gezemeyen gezgini gördüklerinde aynı anda haykırmışlar:

“Hey sen sana bahşedilenlerin kıymetini bilememiş olan
Hey sen herşeyi kendine saklamış olan
Hey sen görebilsen de kimsenin göremediklerini
Tek başına zifiri karanlıktan farksızsın şimdi”

Altıncı kart: çözüm: sihirli altın tarak

Gezemeyen gezgin beyninin içinden seslenmiş: “Ne olur affedin beni, bilemedim ne kötü birşey dilediğimi, bir can bir diğer can olmadan dünyayı gezse anlamsızmış işte”

“Tamam” demişler “kurtuluşun için al bu sihirli altın tarağı, her yalnız geçirdiğin gün kadar tara şu yılların uzattığı saçlarını”
“Ama” demiş gezgin, “saçlarım evimin dışına taşar, ben yürüyemem ki”

Tekrar kükremiş fareler:
“Senin devrin tamamlandı. Senin bu bildiğin artık olman gereken değil, senin şimdiki şifan, adım atman, senin şimdiki bilgin gözlerinle gördüklerin olacak, ve sonsuza dek diğer canlarla yaşayacak!”

Altın tarağı eline almış gezgin ve ilk defa gözlerini açmış.